Hayatından bezmişti. Belli ki yaşamın onun için hiçbir değeri kalmamıştı artık. Gördükleri, yaptıkları ya da yapamadıkları, hepsi onun için lanet olgulardan başka bir şey değildi.
Acısının büyüklüğü anlaşılıyor, fakat hissedilemiyordu. Kimse bilemezdi, evet kimse bilemezdi bu duyguyu. Kim bilir nasıl bir acıydı çektiği. Nasıl büyük bir acıydı ki hissedilemiyordu; akla gelmiyor, duygulara sığmıyordu. Yolda yürümeye çalışırkenki o bezgin, yorgun, düşkün hali insanın içini ürpertiyordu. O kadar acı, o kadar üzücü bir durumdaydı ki, görenlerin içinden geçenler hep aynı oluyordu. Herkes içinden kendine sorular sormaya başlıyordu. “Ne olmuş, kimdir, nedir?” ve arkasından “kimim, neyim, ne yapıyorum, ne olacağım?” soruları… Bu sorular o kadar içten, o kadar derinden sorulurdu ki, aman kimse duymasın, aman bilinmesin. Bu soruların cevabı yoktu, olmasın da.
Korkutucuydu. İnsanların düşünmeye korktuğu olayları, bilinmeyenleri o biliyor, yaşanılabilir mileri yaşıyordu. Korkuları bu derinlikte iken bile düşünmeye cesaret edemeyenler, şimdi o korkularını karşılarında görüyorlardı. Gözleriyle, tam karşılarında. O da bunu biliyordu. Biliyordu, farkındaydı, belliydi. Gözleri… O gözleri yok mu? Bir kere görmek yeterdi. Sadece bir kez. Sonra bir daha bakılabilir miydi bilmem. Bakamadım, bakamadılar, bakamıyorlardı. O bezgin, yorgun, yardıma muhtaç sanacağınız adamın gözleri… Öyle bir kişide o gözler ne arıyordu? Tam yerindelerdi aslında. Neler görmüştü kim bilir ve baktığı zaman insanın içine kadar işliyordu artık. Bakışlar içeri giriyor, içeride çok ilginç yerlere vuruyordu. Öyle vuruyordu ki, koparacaktı adeta. İnsanın nefesi kesiliyor, boğulacak gibi oluyordu. Fakat boğulmuyordu “Yeter artık boğulmak istiyorum.” dedikten sonra. Sorun da buydu bir yerde. Ölümün ötesi vardı. Ölümden de acı, ölümden de zor. Ölmek yoktu, ölmek olmuyordu kolay kolay. Sonra yüzünü çevirirdi, giderdi. Size birkaç saniyecikte bunları hissettirir ve giderdi. Size ufacık bir zaman diliminde bunları yaşatan gözler, kim bilir ona neler yaşatmıştı. Neden böyleydi bu gözler? Neden böyleydi bu adam? Ne olmuştu, onu ne bu hale getirmişti? Ne öldürmemişti onu ölmek isterken; ne yaşatmamıştı yaşamı severken?
Sonra son kez gitti. Bir daha ne gören ne de duyan oldu. Kimsesiz olduğu sanılan bir adamın ölüm haberi geldi bir gün. Soğuktu, geceydi, kış günüydü. Giyecek bir şeyi yoktu. Üşümüştü elbet ve bir banka uzanmıştı. O sadece banka uzanmıştı, ölüm onu almıştı. Ölüm onu alırken o banka uzanmıştı. Yine bir şeyler olmuştu, yine hiçbir şey olmamıştı. Kim bilir ölürken ne hissetmişti. Bu da bilinemezdi, kimse hissedemezdi. O hissetti, o öldü. O ölmüştü, hayat yaşıyordu. O, hayata canını vermişti borçlu olmadığı halde. Peki hayat ona canını verir miydi? Vermezdi. Vermedi. Hayat ona canı dahil hiçbir şey vermedi. Vermedi, aldı…
Cihan
0 Responses to “HAYAT”